Memleketimizde hüküm sürmekte olan iktisadî, içtimaî ve manevî buhranlara ilaveten kendini her geçen gün hissettiren bir otorite buhranı da bulunmaktadır. 12 Mart öncesi memleketimizde otorite diye bir şeyin kalmadığı bir gerçek olarak ortadadır. Zaman zaman ortaya çıkan otorite ve disiplin telâfisi mümkün olmayan bazı kayıplara sebep teşkil etmiştir. Millî bir devletin mutlaka güçlü bir iktidarı olmalıdır. Millî bir devletin bulunmadığı memlekette güçlü iktidarlardan söz edilemez. Millî devlet ise iç ve dış ilişkilerinde bağımsız olan bir devlet demektir. Devletin içerde egemen olması ülke üzerinde en üstün otoriteye sahip olması ve kimseden emir almadan emir verebilmesi demektir. Bugün devletimizin iç hâkimiyetini, millî bağımsızlığını sınırlayan bazı durumların varlığı bir gerçektir. Milliyetçiliğin temel şartı milletinin bağımsızlığı için çalışmaktır. Milletinin bağımsızlığı için, savaşmayan kimse asla milliyetçi değildir ve olamaz da.
Millî devletin yürütme gücünün başının ikiye bölünmesi otoriteyi zayıflatması bakımından son derece mahzurludur. Biz bu gerçeklerin ışığı altında Cumhurbaşkanı ve Başbakanı, Devlet Başkanı ismiyle birleştirmek ve yürütme organının sahibini tek kişi yapmak azim ve kararındayız. “Başkanlık sistemi” diye adlandırdığımız bu görüşümüzün tahakkuku halinde Devlet Başkanı referandum usulü ile bizzat milletin kendisi tarafından seçilecek ve böylece halkın yönetime katılması ve kendilerini ilgilendiren konularda alınacak olan kararlara bizzat iştirak etmesi sağlanarak millî demokrasi tesis edilmiş olacaktır. Çağımızın kuvvetli yürütme çağı olduğu ve Türkiye gibi az gelişmiş ülkeler bakımından bu durumun büyük önem taşıdığı herkes tarafından bilinmektedir. Kalkınma hızlı ve cesur kararlar almayı gerektirir. Milletin demokratik bir şekilde doğrudan doğruya seçtiği bir devlet başkanı ise, bu nitelikteki kararları kolayca alabilecektir.
Milliyetçi Hareketçiler olarak defalarca bugünkü çift meclis yerine “Tek Meclis Sistemi”nin getirilmesini ve Senato’nun kaldırılarak Millet Meclisinin 300 kişiden teşekkül ettirilmesini ve bunun memleketimiz için en yararlı bir durum olacağım ifade etmişizdir. Yasama gücünün tutucu ve işleri geciktirici durumdan kurtarılıp, millî toplumun ihtiyaç ve şartlarına göre düzenlenmesi ancak bu şekilde mümkündür. Az gelişmiş ülkeler, çok yönlü bir kalkınma durumunda oldukları için, seri ve hızlı kanunlar çıkaracak bir yasama organına şiddetle ihtiyaç gösterirler. Türkiye’de de tek başkan, tek meclis sisteminin kurulması geniş halk kitlelerini ilgilendiren konularda halkın temayülünü belirtecek referandum müessesesinin tesisi son derece kaçınılmaz bir zarurettir. Fakir milletin, alın terleri ile iki mecliste 600’ü aşkın vekilin beslenmesi hiç bir ölçüye sığmaz. Milliyetçi Hareketin iktidarı işçi, köylü, esnaf, memur, işveren ve serbest meslek sahiplerinden oluşacak 300 kişilik tek meclisi ilk plânda kuracak ve memleketimizdeki otorite buhranına son verip iktisadî sahada hızlı atılımlar yapılmasını sağlayacaktır. Böylece Millî devlet ve güçlü iktidar nazariyesini gerçekleştirecek olan Milliyetçi Hareket, Millî demokrasinin kurulmasının ve güçlendirilmesinin de teminatı olacaktır.
Yapılacak Anayasa değişikliklerinde başlıca üç konunun dikkate alınması gerekmektedir.
Birinci konu, milliyetçilik ilkesinin açık seçik Anayasada yer almasıdır. Bilindiği gibi 1924 Anayasasında devletimizin kuruluş felsefesi olan «Milliyetçilik» temel ilke olarak alınmıştı. Bu ilke Atatürk’ün emri ile Anayasaya konulmuştu.
Her fırsatta Atatürk inkılâplarına saygılı olduklarını söyleyenler her nedense Atatürk’ün fikirlerinin özünü teşkil eden «Milliyetçilik» ilkesini unutmuşlardır. 1961 Anayasasının hazırlanması sırasında devletimize düşman çevrelerin etkisinde kalınarak, milliyetçilik ilkesi yerine «Millî» kelimesi konularak, Türk Milletinin’i kudret kaynağını ifade eden prensip Anayasadan çıkarılmıştı.
Modernleşmenin milletler arasındaki yarışı hızlandırdığı çağımızda, dünyamız milliyetçilik devrini yaşamaktadır.
Milliyetçi Hareket olarak bu gerçeklerden hareket edilerek, “Milliyetçilik” ilkesinin hiç bir şüpheye imkân vermeyecek şekilde yeni Anayasaya konmasını geleceğimiz için hayatî ehemmiyette görüyoruz.
Yaşatıcı, geliştirici, yükseltici ilke Türk Milliyetçiliği devletimizin temel kaynağıdır. Türk Anayasası Türk Milliyetçiliği esasını tanzim etmelidir. Milletimiz milliyetçi olduğu sürece ölümsüzdür.
İkinci konu, referandum müessesesi Anayasamıza konulmalıdır. Hayatî önemi haiz meselelerde doğrudan doğruya halkoyuna başvurmak ve haktan taze kuvvet, almak gereklidir.
Üçüncü konu, Senatonun kaldırılması ve milletvekili sayısının azaltılması meselesidir. Türkiye için Senatörlerden meydana gelen ikinci bir meclise lüzum yoktur. Ayrıca 450 milletvekilinden meydana gelen bir meclis de çoktur. Bunun için Senatoyu kaldırarak, üç-yüz milletvekilinden meydana gelen bir meclis kurmakyoluna gidilmelidir.
Milliyetçi Hareket, yukarıda açıklanan felsefesiyle her sahada, özellikle hukuk, iktisat, siyaset ve sosyal politika sahasında millî bütünleşmeyi sağlayıp, çağın, en büyük demokrasi modeli olan millî demokrasiyi kuracaktır. Bunun sonunda Türk Milleti bütün fertleri ve sosyal dilimleriyle gerçekten hâkim, hür ve karar sahibi olacaktır. Milliyetçi Hareket, çok partili siyasî düzene candan inanır. Farklı siyasî ve iktisadî düşüncelerin savunulamadığı bir ülkede totaliter bir rejim, özellikle komünist veya faşist, nazist bir rejim söz konusudur. Bize göre, kapitalist ve sosyalist sistemler de Anayasamızın özüne aykırı sistemlerdir. Zira bu sistemler, siyasî ve iktisadî yönlerden, bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki hâkimiyetine dayanır. Anayasamız, sınıf hâkimiyetlerini kesin olarak reddetmiştir. Esas niteliği Demokratik Millî Cumhuriyet olan devletimizin ilham ve hız kaynağı Türk Milliyetçilik ülküsü olduğuna göre, siyasî ve iktisadî hâkimiyetin kullanılmasını sadece sözde bir kavram olarak görmemeliyiz.
İşçi sınıfının veya bir avuç patronun inhisarına bırakan kapitalist ve sosyalist sistemler, anayasa dışı, antidemokratik sistemlerdir.
Türkiye’de siyasî iktidarlar, hiçbir zaman milletin bütün, sosyal dilimlerini kucaklamamış mahdut bir azınlığın tesiri altında kalmışlardır. Bugüne kadar ülkemizde iktidar olan partiler ve onların siyasî felsefeleri, kapitalist eğilimli olduğundan, Türkiye’miz kalkınmamış, az gelişmiş bir ülke olarak kalmıştır. Bu partiler iktidar oldukları sürece de, ülkemizin kalkınması mümkün değildir. Kapitalist eğilimli partiler, bilhassa ekonomik ve sosyal yönden eksik ve yetersiz olduklarından ve yığınlarının ihtiyaçlarını sağlayamadıklarından iktidarda zayıf ve âciz olmaktadırlar.
Bu yüzden de milletin, destek ve yardımlarından mahrum kalmaktadırlar. Bunun sonucu olarak, parlamento dışı muhalefet belirmekte, sokaklar, eğitim yuvaları, anarşi kaynağı haline gelmektedir. Bu partiler, böyle durumlarda zaaflarını kapatmak için, “Her demokraside bir parça anarşi vardır”, “Yürümekle sokaklar aşınmaz” gibi gayri ciddî beyanlarda bulunmaktadırlar. Oysa gerçek sebep, millî bütünleşmeci ve milliyetçi olmayışları, milleti bir bütün olarak temsil edemeyişleridir.
Amacımız, Demokratik Milliyetçi Türkiye’yi kurmaktır. Bu yol çetin, bu dâva kutsal, bu ülkü büyük Türklük ülküsüdür.
Ülkümüzün bayrağı açılmış,meşalesi yakılmıştır.
ALPARSLAN TÜRKEŞ