Bir taraftan kendilerini sosyalist/komünist olarak tanıtanlar, diğer taraftan din
bezirganları Türk Başbuğu Mustafa Kemal’e bu iftirada da bulunmuşlardır. Birinci
kesimin iftirasının nedeni, doğal olarak, halkımızın gönlündeki Atatürk sevgisini
kullanarak, kendilerine adam kazanmaktır. İkinci kesimin yaptığı da, karşı tarafın yalan
iddialarının üzerine bina ettikleri teorileriyle halkı kandırarak Gâzi Paşa’dan soğutma
gayretidir.
Atatürk dışarıdan gelen düşüncelere tenezzül etmediğini, bunların Türk Milleti’nin
yaratılışına ters düşeceğini tekrar tekrar belirtmiştir. Bu iddiaların ne denli boş olduğunu
bize yine Gazi paşa gösterecektir:
"Komünizm, Türk Dünyası'nın en büyük tehlikesidir. Her görüldüğü yerde
ezilmelidir." (13)
"Bolşeviklere gelince, bizim memleketimizde bu doktrinin hiçbir şekilde bir yeri
olamaz. Dinimiz, adetlerimiz ve aynı zamanda sosyal bünyemiz tamamiyle böyle bir
fikrin yerleşmesine müsait değildir. Türkiye'de ne büyük kapitalistler, ne de
milyonlarca zanaatkar ve işçi vardır. Diğer taraftan zirai bir problemimiz yoktur.
Son olarak, sosyal bakımdan dini prensiplerimiz bolşevizmi benimsemekten bizi
uzak tutmaktadır." (14)
2 Kasım 1922'de,
"Şurası unutulmamalı ki, bu tarz-ı idare, bir bolşevik sistemi değildir. Çünkü, biz
ne bolşevizim ne de komünist; ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver
ve dinimize hürmetkarız. Hülasa, bizim şekl-i hükümetimiz tam bir demokrat
hükümetidir ve lisanımızda bu hükümet halk hükümeti diye yad edilir." (15)
21 Haziran 1935'te,
"Türkiye'de bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü, Türk Hükümeti'nin ilk gayesi halka
hürriyet ve saadet verme, askerlerimize olduğu kadar, sivil halkımıza da iyi
bakmaktır." (16)
"... Hayır. Ne komünizm ne de faşizm... Bu iki ideoloji de memleketimizin,
ulusumuzun gerçeklerine karakterine asla uymaz. Şunu da hemen ilave edeyim ki,
ne faşizmin ne de Nazizm'in sonu yoktur." (17)
Atatürk Komünist olamaz çünkü Atatürk Türkçüdür , Türk Milliyetçisidir :
Atatürk doğrudan doğruya bir Türk milliyetçisi idi ve salt vatanseverlik olarak
algılanmayacak kadar derin ülkülerin sahibi bir liderdi. Dünyadaki sürüp giden
mücadeleyi salt bir sınıf mücadelesi olarak gören komünizm fikri ile milliyetçilik fikri
birbirleriyle çatışan fikirlerdir.
“Ben her şeyden evvel bir Türk Milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim.
Türk Birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile,
gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliğine inanıyorum,
onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliğiyle açacaktır. Dünya
sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk' ün varlığı bu köhne aleme yeni
ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek o zaman görülecek.” (18)
sözlerinin bir komüniste ait olması mümkün mü ?
Türk Milliyetçiliği Türk birliği dendiğinde tüyleri diken diken olan zihniyetin “Gerçek”
Atatürk’ten ne kadar uzak olduğunu Atamız’ın 29 Ekim 1933 günü Ziraat Bankası
lokalinde yaptığı konuşmadan anlıyoruz. Bu gün “Atatürk yaşasaydı ABci olurdu.”,
diyebilenlere Atatürk’ün kimlerin birlik olmasını istediğini bir hatırlatalım, Türklüğü
emperyalistlerin çizdiği sınırlardan bağımsız gören Mustafa Kemal Paşa:
"Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu
dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını bugünden kimse kestiremez.
Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir.
Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir
dengeye ulaşabilir. işte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir... Bizim bu
dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara
sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir.
Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır ? Manevi köprülerini sağlam
tutarak. Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize
inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (dış
Türklerin) bize yakınlaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli..."
diyordu.
Daha Cumhuriyet kurulmadan Kurtuluş savaşı verilirken dahi
'Efendiler ! Türk devleti Afganistana yardım edecektir, Bu Yardımların
karşılığında göreceksiniz, bir gün orada müstakil bir Türk devletinin kuruluşuna
şahit olacağız. " diyerek sadece sözde değil fiili olarakta Türkçü, bütün Türk Dünyası’nı
kucaklayan bir siyaset izlemiş Türklüğü Anadolu’nun dar kalıpları içerisine asla
sokmamıştır.
İstiklal Harbi’nin yeni başladığı günlerde Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Reisi imzasıyla ve kendi el yazısıyla Orta Asya’daki Türkler ile
Türkiye’nin irtibatının sağlanması için Fevzi Paşa’ya bir talimat yazdı. Afganistan
merkez kabul edilmek üzere gönderilecek bir heyetle Türklerin yaşadığı ülkelerde eğitim
yapılmasını, asker yetiştirilerek bir ordu kurulmasını istiyordu.
“Müdafaa ve maliyemiz icabatı ile kabil-i telif olduğu takdirde, Afgan ordusunu tensik
için bir heyeti zabıtanın (askerî heyet) izamını ehem ve elzem görmekteyim.
Cemal Paşa’nın merbut mektubunda zikredildiği veçhile, bunun istikbalde Anadolu
üzerine çöken bar-i sekili tahfife yarayacağı gibi (yükü hafifletmeye), nukuat-ı atiyeye
(gelecekte de) riayet edildiği takdirde Asya-i Vusta’da (Orta Asya’da) emrimize amade
kuvvetli bir orduya malik olmamız hususu temin edilmiş olur. Böylece savaşın sürmesi
halinde İngilizleri daha uzaktan işgal etmek için bir vasıta elde edilmiş olur.
Fikri acizaneme göre bu heyeti teşkil edecek zabitanın intihabında ve kendilerine
verilecek talimatta zirdeki nukuat nazar-ı itibare alınmalıdır.
Evvelen :Bu heyetin bidayette katiyen siyasatla iştigal etmeyip sırf vazifeyi askeriyesini
ifa ve kendisini gerek Afgan gerek Türkistan ve Buhara ahali ve askerlerine fevkalade
sevdirmesi.
Saniyen: Giden zabitanımn zahiren …….”
Atatürk, Sovyetler Birliği hükümeti ile ilişkilerde ılımlı bir politika takip etmektedir.
Ancak bu arada, bu ülke dahilinde yaşamakta olan soydaşları ve bunların gelecekleri ile
de yakından ilgilenmeyi ihmal etmemektedir. Tabii bunu yaparken mümkün mertebe
Sovyet hükümetinin tepkisini üzerine çekmemeye çalışmaktadır.
Atatürk, Milli Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Bolşevikler tarafından sona erdirilmesinden
sonra Moskova’ya bağlı olarak kurulan Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti zamanında bu
yeni hükümetle ilişki kurmuştur. Doğu cephesi komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın
tavsiyesiyle, bir Türk Büyükelçisi Bakü’ye gönderilmiştir. Büyükelçi olarak gönderilen
Memduh Şevket Esendal’dan, Azerbaycan’da kurulan yeni hükümetin gerçekte hangi
şartlar dahilinde görev yaptığını, hükümette görev alan kimselerin hangi siyasi fikirde
olduklarını, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan arasında mevcut sorunların nelerden
ibaret olduğunu, hatta Güney Azerbaycan’daki Türklerle Kuzey Azerbaycan Türkleri
arasındaki ilişkilerin ne durumda olduğunu tespit edip bildirmesi istenmiştir. Bunun yanı
sıra Atatürk, Esendal’a Türkistan’daki Türklerle alakalı alınacak bilgileri de rapora
eklemesini istemiştir. Ancak Atatürk tüm bu bilgilerin Sovyet yetkililerin dikkatini ve
kuşkusunu çekmeyecek şekilde temin edilmesi yönünde Esendal’ı uyarmıştır.
Atatürk, Esendal tarafından kendisine ulaştırılan rapordan çıkan sonuçları beğenmemiş
olsa gerek, bu andan itibaren Azeri Türklerinin menfaatlerini ve birliğini var gücüyle
korumaya..çalışmıştır.
Atatürk, Doğu’da Ermenilere karşı başarılı bir harekat yürütmüş olan Kazım Karabekir
Paşa’ya gönderdiği gizli emirde; Azerbaycan’ın tamamen ve gerçek anlamda bağımsız
bir devlet haline gelmesine taraftar olduklarını belirtmiş ve bunun temini için Rusları
gücendirmeden ve kuşkulandırmadan gerekli tedbirlerin alınması istenmiştir. Aynı
zamanda, Azerbaycan’ın petrol vb. tüm doğal kaynaklarına yeniden sahip olabilmesi için
gerekli çalışmaların yapılmasının acilen lazım geldiğini belirtmiştir. Karabağ gibi,
Türklerin nüfusça yoğun bulunduğu yerlerin, Ermenilere verilmesinin önlenip
Azerbaycan’a bağlı kalmasının sağlanılması için gerekli çalışmaların yapılmasını
istemiştir.Rusların Azerbaycan’da yapacakları muamelenin bütün İslam aleminin
Bolşevikleri tartmak için bir numune teşkil edecek olmasının Ruslara anlatılmasına
gayret olunmasını istemiştir. (19)
Atatürk, esir Türk ellerinden Türkiye'ye sığınmış Türk liderlerini ve aydınlarını sımsıcak
bir ilgiyle kabul etmiş ve hatta bu kadrolara son derece önemli görevler tahsis etmiştir.
Kazan Türklerinden Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal, Prof. Dr. Yusuf Akçura,
Başkurt Türklerinden Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Prof. Dr. Abdülkadir İnan,
Kırım’dan Cafer Seydahmet Kırımer ve Azeri Türklerinden Prof. Dr. Ahmet
Caferoğlu, Ahmet Ağaoğlu, Mehmet Emin Resulzade, Mirza Bala Mehmetzade ve
daha pek çokları Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş kadroları içinde yer almıştır. Örneğin,
Prof. Dr. Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
milletvekili olarak hizmet verirken, Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal, Prof. Dr. Zeki Velidi
Togan, Prof. Dr. İsmail H. Ertaylan, Prof.Dr. İzzet Kantemir, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu,
Prof. Reşit Rahmeti Arat, Prof. Dr. Ahmet Temir, Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat, Dr.
Hamit Zübeyr Koşay gibi çok sayıda bilim adamı Türk üniversitelerinin kuruluşunda
görev almışlar ve uluslararası alanda başarı ile Türkiye’yi temsil etmişlerdir.
Bolşevik zulmünden ve tehdidinden kaçarak Türkiye’ye sığınan Rusya Türklerine büyük
bir sevgi ve ilgiyle kucak açan Atatürk, birçoğu Sovyet Rusya hükümetince yasaklı
siyasetçi olan bu aydınların, Türkiye’de ülkelerinin bağımsızlığı yolunda mücadele
vermelerine imkan sağlamıştır. Türk milleti için özgürlüğün ne anlama geldiğini bilen ve
bunu her fırsatta ifade eden Atatürk, bir milletin bağımsızlığının askeri sahada
kazanılabilmesi için öncesinde gerekli kültürel ve sosyal şartların hazırlanması
gerektiğinin bilincindedir. Nitekim, Atatürk yapmış olduğu bir konuşmasında;
"... Rusya'dan bize sığınan siyaset adamı soydaşlarımız, kardeşlerimizdir ... Şunu da
takdir etmeleri lazımdır ki, Türk Milleti Kurtuluş Savaşından beri, hatta bu savaşa
atılırken bile, mahkum milletlerin hürriyet ve istiklal davaları ile ilgilenmeyi, o davalara
müzaheret etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca kendi soydaşlarının hürriyet ve
istiklallerine kayıtsız davranması elbette tecviz edilemez. Fakat milliyet davası
şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde mütalaa ve müdafaa edilmemelidir. Milliyet davası,
siyasi bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ülkü meselesidir. Şuurlu ülkü
demek, müsbet ilme, ilmi usullere dayandırılmış bir hedef ve gaye demektir. O halde
propagandalarda müsbet usullere müracaat etmek şarttır. Hareketlerin imkan sınırları ve
sıraları mutlaka hesaba katılmalıdır. Türkiye dışında kalmış olan Türkler ilkin kültür
meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz Türklük davasını böyle bir müspet ölçüde ele
almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin
lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut
Türklerini bile ihmal etmiyoruz. (20) demiştir.
Atatürk Türkiye dışındaki Türkleri milliyet davasının bir parçası olarak nitelemiş ve
milliyet davasının aşama aşama ilerlenecek, altyapısı hazırlandıktan sonra ulaşılacak bir
ülkü olarak görmüştür.
Atatürk 1933-1938 yılları arasında Türkistan’dan bir çok genci Türkiye’ye
getirterek eğitimlerini sağlamıştır.
O günlerde Hindistan-Irak-Suriye üstünde Türkiye’ye getirilen emekli General Rıza
Bekin, bu öğrencilerden Türkiye’de kalan tek kişidir halen hayatta olan Uygur Türk’ü
Rıza Paşa “Atatürk, Orta Asya’daki Türk kavimleriyle tarihî, kültürel ilişkiler
kurulması talimatını İstiklal Savaşı’ndan önce vermişti.” diyor. Kendisi Türkiye’ye
Atatürk tarafından getirilmiş ve TSK’da Tuğ General rütbesine kadar yükselmiş bir
paşamızdır.
Aynı şekilde , Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu ilk yıllardan itibaren Gagavuz Türkleri
ile yakından ilgilenen Mustafa Kemal Paşanın emirleri doğrultusunda Romanya’ya
büyükelçi olarak tayin edilen Hamdullah Suphi Tanrıöver o dönemler Romanya sınırları
içindeki Gagavuzlar’ın kültürel kimliklerini korumaları için yoğun çaba harcamıştır.
Hamdullah Suphi Bey'in Gagavuzları Trakya bölgesine yerleştirilmesi için çeşitli
teşebbüslerde bulunmasına karşılık ATATÜRK'ün "Türkiye dışındaki Türkler’in
Türklerin kendi topraklarında kalması" yönündeki siyaseti nedeni ile buna izin
verilmemiştir.
1930’lu yılların sonuna doğru, Atatürk’ün emriyle o dönemde Gagavuzlara 80 ilkokul
öğretmeni gönderilmiştir. İkinci Dünya Savaşının başlangıcına kadar bu bölgede görev
yapan bu kahraman öğretmenlerin çoğunluğu savaş başlayınca Türkiye’ye dönmüşlerdir.
Dönmeyip orada kalan öğretmenler ise Ruslar tarafından Türk casusu suçlaması ile
tutuklanarak 25 yıl ağır hapis cezası ile Rusya’ya gönderilmişlerdir. Stalinin ölümü ile bu
öğretmenler için af çıkarıldığında serbest kalan öğretmenlerden birisi olan Ali Niyazi
KANTARELLİ Türkiye’ye değil Gagauz bölgesine dönerek emekli olduğu 1977 yılına
kadar öğretmenliğe devam etmiştir. 1980 li yıllarda vefat eden Kantarelli Ukrayna
sınırları içinde bir köye defnedilmiştir.(20)
O dönem incelenirse Türk’ün daha Anadolu’ya gelmeden binlerce yıl önceki
destanlarında Türklüğün kurtarıcısı ve sembolü olarak yer alan Bozkurt’un oldukça sık
kullanıldığı görülür. Atatürk’ün paralara, pullara bozkurt resimleri koydurttu. Anıtlar
bozkurt kabartmalarıyla süslendi. Üniversite öğrencilerine, bozkurt kokartlı şapkalar
giydirildi. Bunların yanı sıra Türk dili , tarihi ve kültürü ile ilgili çalışmaları sistemleştirerek
hızlandıran, planlayan, kurumsallaştıran ve pek çok yeni sahada başlamasını sağlayan da
Mustafa Kemal’den başkası değildir.
Özetlemek gerekirse Atatürk Milliyetçiği adı konarak tarihsel altyapısından
soyutlanmaya çalışılan Türkçülük anlayışı, doğası gereği Türk birliği taraftarıdır ve
bir ülkeye o ülkenin kanunları ile bağlanmayı değil doğrudan doğruya binlerce
yıllık bir kültür ve soy meselesini ifade eder.