CcC_Bozkurt_CcC Başçavuş
| Konu: 12 EYLÜL C.tesi Mart 21, 2009 3:55 pm | |
|
Yaşanan bir efsanenin harcını mübarek kanlarıyla sulayan şehitlerimize rahmet, gazilerimize saygı ile..." "Türkiye’nin maruz kaldığı ideolojik nitelikteki ve gayri nizami harp metodları ile yürütülen en büyük ihanet saldırısı karşısında, dün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığını, ülkesi ve milletiyle bölünmezliğini, insan haysiyetine uygun yegane rejim olan hukukun üstünlüğüne dayalı, hür demokratik rejimi savunma yolunda, hergün birkaç arkadaşımızı hakkın rahmetine tevdi ederek, şehit vererek, meşruiyetten kıl payı ayrılmaksızın siyasi bir mücadele verdik." Başbuğ Türkeş 14 Ekim 1981 tarihli duruşma savunmasından
şbuğ ve Dava Arkadaşları, 12 Eylül Mahkemelerinde 12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ 12 Eylül 1980 Askeri İhtilali'nin akabinde; - "Anayasal düzenin, Cumhuriyetçilik ve demokrasi prensiplerine aykırı olarak, devletin tek bir kişi tarafından yönetilmesi amacına yönelik değiştirilmesine zor yoluyla kalkışmak;
- "Türkiye ahalisini birbiri aleyhine silahlandırarak toplu kıyıma yönlendirmek, toplu kıyıma neden olmak, bu cürümlere katılmak; TCK'nın 149. ve 146. maddelerinde yazılı cürümleri işlemek için silahlı cemiyet oluşturmak" iddianamesi ile "MHP ve ÜLKÜCÜ KURULUŞLAR DAVASI" açılmış; Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücü Kuruluşlar "Faşist Devlet Düzeni Kurmak İstiyorlar" diye suçlanmışlardır. Hazırlanan bu iddianame ile Başbuğumuz da dahil, 220 Ülkücünün idamı istenmiştir... Ankara, Çankırı, Kastamonu illeri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından 29 Nisan 1981 tarihinde 945 sayfalık bir iddianame ile "MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası" başlamış, 5 yıl, 11 ay, 8 gün sürmüş, 7 Nisan 1987 tarihinde sonuçlanmıştır. 333 duruşmaya sahne olan "MHP ve MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası"n da 587 sanık yargılanmış, 220 ülkücünün idamı istenmiştir... Başbuğ Türkeş mahkeme neticesi sonucunda 11 yıl, 1 ay, 10 gün hapis cezasına çarptırılmıştır.Yargılama süresi içinde kalbinden rahatsızlanan Başbuğ Türkeş, 29 Mayıs 1983 tarihinde Mevki Askeri Hastanesi'ne kaldırılmıştır. 4 yıl, 5 ay, 28 gün tutuklu kalan Başbuğ Türkeş, akabinde tutuklu kaldığı süre göz önünde bulundurularak 7 Nisan 1985 tarihinde tahliye edilmiştir. "MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası" sonuçlandıktan sonra, AHMET KERSE, ALİ BÜLENT ORKAN, CENGİZ BAKTEMUR, CEVDET KARAKAŞ, FİKRİ ARIKAN, HALİL ESENDAĞ, İSMET ŞAHİN, MUSTAFA PEHLİVANOĞLU, SELÇUK DURACIK isimli Ülkücüler idam edilmişlerdir... Ankara'da BEKİR BAĞ, Malatya'da AYDIN DEMİRKOL ve MEHMET KAZGAN isimli Ülkücüler, sorgulardaki ağır işkencelerden dolayı şehit düşmüşlerdir.. HÜSEYİN KARAMAHMUTOĞLU isimli ülküdaşımız da Mamak zindanlarında gördüğü işkenceden dolayı şehit düşmüştür... Ve bugün bile halen 12 Eylül ihtilalinin vermiş olduğu kararlardan dolayı bazı Ülkücüler tutuklu bulunmaktadırlar... 12 Eylül, Ülkücü Hareket'in tarihi sürecinde unutulması mümkün olmayan bir dönüm noktasıdır. 12 Eylül öncesi ve sonrası üm şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyor, gazilerimize minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz... Eylül'ler de ölmedik, Eylül'ler de doğduk. Maziyi bilerek atiye koşacağız...
12 EYLÜL
POSTALLAR EYLÜL'Ü GÖSTERİYOR... 12 EYLÜL'ÜN AYAK SESLERİ 1979'un sonlarında Türkiye'de ABD'nin senaryoları yavaş yavaş uygulanmaya başlanıyordu. Yani kara Eylül'ün ayak sesleri duyuluyordu. Uzun bir süredir devam eden terör, cinayetler, katliamlar, iç savaş tahrikçilerinin ortaya koymuş olduğu provokasyonlar, kitlesel çatışmalar adım adım hedefine ulaşmıştı. Toplumun terörize edilmesi, dehşet duygularının yayılması, geleceğin belirsizliği içinde ölüm korkusunun bütün halka yayılması artık geniş toplum kesimlerini bir askeri darbeyi kurtuluş görmeye sevk edecek düzeye ulaşmıştı. Orgeneral Bedrettin Demirel, gazeteci Cüneyt Arcayürek ile yaptığı söyleşide bunu şöyle dile getiriyordu: "Benim kanaatim, 1978'de en geç 1979'da müdahalenin yapılmasıydı, hergün cinayetler işleniyor, önlenemiyor, tırmanıyordu. Bu yargımı, sayın Evren'e, daha 1978'de, hele 1979'da açık seçik söyledim(...) Sayın Evren. bütün bu olumsuz durumu görüyordu, kabul ediyordu. Fakat bir ordu müdahalesi için "zamanın iyi seçilmesi" kanaatinde idi."(1) Artık darbenin yapılacağı kesinleşmiş gibi bir şeydi. Sorun zamanlama sorunırydu yalrıızca. Darbeciler 13 Aralık 1979'da Selimiye'deki 1. Ordu Karargahında bir araya geldiler. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren kara, hava, deniz komııtanlarına hitaben "müdahaleden önce siyasilere bir imkan daha tanıyalım, belki toparlanrrlar, bir uyarı yollayalım" dedi. Bu görüş komutanlarca da kabııl gördü. Belli ki gerekli ihtilal ortamı darbecilere göre henüz tam olgunlaşmamıştı. Müdahaleden önce bir uyarı mektubu kaleme alınması gündeme geldi.
12 Eylül sonrası darbeci komutanlardan Bedrettin Demirel'in tarihe geçen şu sözü o günlerin bir işareti değil miydi? "İhtilalin olgunlaşması için daha fazla kan dökülmesini bekledik."(2) Bu toplantıda 12 Mart formülü gündeme geldi. Yani ordunun gayri resmi denetimi ardında bir partiler üstü hükümet çağrısında bulunma görüşüldü; fakat ordunun 1971-1973 deneyimi bu planı olası çekiciliğinden yoksun bıraktı. Sonunda Cumhurbaşkanı Korutürk'e siyasi liderleri düzeni sağlamada işbirliği yapmayı davet eden ve Evren ile kuvvet komutanlarının imzaladığı bir uyarı mektubu gönderilmesi kararlaştırıldı. Görünüşe göre generallerin istediği bir AP-CHP koalisyonuydu. Mektubun başarı şansı konusunda pek fazla umutlu görünmemiş olsalar da, en azından askeri müdahalenin son çare olarak geleceğini açık hale getirecekti. Sıkıyönetim komutanlarının yetkilerini arttıracak yeni yasal ve idari önlemler isteyen bir muhtırayla birlikte uyarı mektubu 27 Aralık 1979'da Evren tarafından Korutürk'e verildi. Mektuba cevap olarak Korutürk, 1 Ocak 1980'de Evren ve kuvvet komutanIarını Çankaya'da bir toplantıya çağırdı. Korutürk, politikacıların önerileri dikkate almamaları halinde ne yapacaklarını generallere sordu. Evren, son çare olarak müdahale edip meclisi kapatmaya hazır oldukları yanıtını verdi. Ne var ki, Cumhurbaşkanı bir darbenin sorunları daha da kötüleştireceğini düşündüğünü ve normal anayasal mekanizmalar içinde düzenin sağlanması gerektiğini açıkladı. Görev süresi Nisan 1980'de sona erecekti ve bir askeri darbeye onay vererek görevini bitiren bir Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçmek istemiyordu. Generallerin mektubu 2 Ocak 1980'de millete duyuruldu. Yine de, Demirel'le görüşmesinde Korutürk bir darbe olasılığını ciddiye almadı ve böylece Başbakan'a böyle bir tehlikenin bulunmadığı ve kendi önlemleriyle krizin üstesinden gelebileceği izlenimini verdi. Cumhurbaşkanı Korutürk generallerin kendisine verdiği mektubu yani muhtırayı 2 büyük siyasi partinin liderini yanına çağırarak bu mektubu kendilerine iletiyordu. Aslında bu muhtıra 12 Eylül'ün habercisiydi. Yani Eylül'ün ayak sesleri duyulmaya başlanıyordu. 4 Ocak 1980 günü İstanbul Ticaret Odası Başkanı Nuh Kuşçulu, basına verdiği demeçte burjuvazinin görüşünü şöyle seslendiriyordu. "Silahlı Kuvvetler düşüncemize tercüman oldu".
Muhtırayla birlikte yeni hükümet TÜSİAD'ın ve çıkar çevrelerinin doğrultusunda 24 Ocak kararlarını uygulamaya başladı. İMF'nin önermiş olduğu oranın üstünde % 49 develüasyon yapıldı. Petrole, demir çeliğe ve kağıda oldukça yüksek oranlarda zam yapıldı. Hükümetin aldığı bu kararlar yoksul halk kitleleri üzerinde büyük şok etkisi yaptı. 24 Ocak kararları ancak askeri faşist diktatörlüklerde uygulanabilecek türdendi. Ve bu kararların ileride 12 Eylül darhesiyle nasıl uygulanacağını cunta rejimi gösterecekti. İMF'nin talimatları doğrultusunda uygulamaya konulan 24 Ocak kararlarının mimarı Demirel'in DPT müsteşarı Turgut Özal'dı. Alınan kararların ordu komuta kademelerine tanıtılmasında ve belirtilmesinde Turgut Özal'ın inisiyatifi belirleyiciydi. "Komutanların" 24 Ocak operasyonu hakkında bilgilendirilmesi gerektiği konusunda Demirel'i ikna eden Özal; 8 ve 30 Ocak'ta Genelkurmay'da generallere bu karar paketi hakkında bizzat brifing verdi. Topantılarda, "ekonominin düze çıkarılması" için toplumsal muhalefetin dizginlenmesi, hatta mevcut sendikal çerçevenin daraltılması gerektiği üzerinde; Özal'ın temsil ettiği İMF'ci/Friedmancı teknokrasi ile generaller arasındaki mutabakat pekişti: "Grev alanları ve grev mevzuatı mutlaka gözden geçirilmelidir. Grevler ve anarşi, yatırımları birlikte önlemektedir. Demokrasi bir başıbozukluk değil, disiplin rejimidir" (Özal); "Türkiye'yi bu toplu sözleşme düzeni batırmadığı takdirde hiçbir Şey batıramaz" (Oramiral Bülent Ulusu). Özal'ın verdiği brifinglerde sağlanan iletişim ve mutabakat, 24 Ocak çizgisinin ileride 12 Eylül rejimiyle bütünleşmesini hızlandırmış, kolaylaştırmıştı.
Ülkede ekonomik bunalım ve karışıklıklar sürerken, 1980 yılının Mart ayında Cumhurbaşkanlığı seçimi gündeme geldi. Meclis'teki turlarda Cumhurbaşkanı'nın seçilemeyeceği anlaşılıyordu. Mevcut siyasi buhranın en üst noktasını oluşturan bu olayla birlikte Türkiye, bir askeri müdahale sürecine girmiş bulunuyordu. Tabii bu arada Bab-ı Ali de durmuyordu. Tekelci sermaye ve askeri çevrelerle birlikte anayasa taslakları tartışılmaya başlanıyordu. 1980'e girerken Ortadoğu'da ilginç gelişmeler oluyordu. Sovyetler, Afganistan'ı işgal etmişti. ABD'nin Ortadoğu'daki ileri karakollarından biri olan İran'daki Şahlık rejimi de devrilmişti. ABD böylelikle en önemli müttefikini kaybediyordu. Ortadoğu'daki anti-Amerikancı politikalar Pentagon'u rahatsız ediyordu. Pentagon Ortadoğu'nun jeopolitik ve jeostratejik bakımdan en önemli ülkesi olan Türkiye'ye ayağını sağlam basmalıydı.
ABD-Türkiye ilişkileri demokratik ve sivil rejimde pek iyi gitmiyordu. Yani ABD açısından NATO'nun güney kanadındaki Kıbrıs ve Ege'deki meseleler yüzünden Yunanistan'la çıkan pürüz ve kriz, U-2 Casus uçaklarının Türkiye'de üstlendirilmesi için yoğunlaşan talepler, mevcut demokratik ortam içinde halledilemezdi. O günlerde ABD Türkiye'de sivil bir yönetim yerine askeri bir yönetim kurulması için çok ciddi temaslarda bulunuyordu. ABD dış politika uzmanı Brezinski, TUSİAD heyetiyle ve zamanın Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'le yaptığı görüşmelerde "Türkiye'de istikrarlı bir yönetim istiyoruz" diyordu. İstikrardan kastedilen ise 12 Eylül sonrasında Brezinski'nin yayınladığı anılarından anlaşılıyordu. Acaba Brezinski'nin yapmış olduğu temasların müdahale günlerinde gerçekleşmiş olması bir tesadüf müydü? 1980'de bunalımlı dönemde bir başka hadise daha gerçekleşiyordu. Fakat hiç kimse olayın farkında değildi. Olay Notam 714'ün kaldırılmasıydı. 6 Şubat'ta ABD'den gelen generaller ile Türk Genelkurmay Başkanlığı'nda yapılan toplantılardan sonra 23 Şubat'ta Notam 714'ün kaldırıldığı açıklandı. Zamanın hükümetinin bu konudan haberi bile yoktu. NATO'nun çift şapkalı komutanı General Rogers kendisine muhatap olarak hükümeti değil, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'i seçmişti. Genelkurmay bu konuda Dışişleri Bakanı'nı bile devre dışı bıraktı. Notam 714'ün kaldırılmasına en çok hükümet şaşırmıştı. Böylesine önemli bir konudan hükümetin haberi yoktu. Konunun önemi ve siyasi niteliği ileride görülecekti. ABD artık TC Hükümeti'ni değil Genelkurmay Başkanlığı'nı muhatap gördüğünü resmen ilan ediyordu. (1) Arcayürek, Cüneyt, 12'Eylül'e Doğru Koşar Adım, Cilt: 9, Bilgi Yay. Ankara 1988, S. 269. (2) Bizim Ocak Dergisi, Eylül 1987, Sayı: 42 | |
|