DÜNYA HAYATININ GEÇİCİ NİMETLERİ
(Âl-i İmrân Sûresi 14. Âyetin Tasavvufî Tefsiri)
Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ rasûlinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve ashâbihî ve ezvâcihî ve evlâdihî ve etbâihî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi bi-adedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhireti ve kezâlik. Ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn.
Bu yazımızda Âl-i İmrân sûresi 14. âyet-i kerîmenin ledünnî tefsirini yapmaya çalışacağız. Bütün yardımların hepsi Rabbülâlemîn’den, kusurlar ise nefsimizdendir.
Cenâb-ı Hakk bu âyet-i kerimede meâlen: “İnsanlara; kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, cins atlar, davarlar, ekinler nefsin zevklerini çekici, cazip hale getirildi. Fakat bunlar, dünya hayatının geçici nimetleridir. Oysa akıbetin güzelliği, Allah’ın yanındadır.” buyuruyor. (Âl-i İmrân, 3/14)
Bu âyet-i kerimeyi iki ana bölümde açıklayacağız:
Birinci Bölüm
Kadınları, evlatları, altınları, gümüşleri, atları, develeri ve bütün eşyaları Cenâb-ı Allah, nefsin ve şehvetin hoşuna gidecek, cazibeli bir şekilde yaratmıştır. Eğer insanoğlu bunlara aldanıp bağlanırsa, bunlar Allah’tan uzaklaştıran tuzaklar olur.
İkinci Bölüm
Bu eşyaların dünyada geçici ve fani olduğu, âhiretin ise baki olduğu ve bütün güzelliklerin de Allah’ın rızasında ve katında olduğu beyan edilmektedir.
Şimdi yukarıda belirttiğimiz bu iki bölümü izah edelim:
Âyetin Birinci Bölümü:
Cenâb-ı Hakk Azîmüşşân hazretleri, burada sayılan şeylerin yaratılış itibariyle cazibeli olduğunu belirtiyor. Başta kadınlar, oğullar, paralar, altınlar, gümüşler, dövizler, binek hayvanları, otomobiller öyle cazibelidirler ki; insanı Cenâb-ı Hakk’tan ve O’nun o güzel dininden alıkoyan bir tuzak haline geliverirler. Zaten bu dünya ve dünyanın içindeki fani nimetler, imtihan için yaratılmıştır. İnsanoğlunu Allah Teâlâ, dünya ve içindeki fani nimetlerle, insanoğlunun sahip olduğu nefis illetinden dolayı imtihan etmektedir.
Kişi nefsine, hevâ ve hevesine kapılıp, Allah’tan uzaklaşıp dünyanın fani nimetlerine aldanıp onunla ömrünü tüketmektedir. Ve bundan dolayı hesaba çekilmektedir. Böylece, dünyanın içindeki kadınlar, oğullar, atlar, eşyalar gibi dünyalık nimetlere aldananlar gaflet uykusundadırlar.
Nasıl ki normal bir uykuda olan insan, etrafında cereyan eden hiçbir hadiseden haberdar olmazsa, gaflet uykusunda olan da böyledir. Gaflet uykusunda olan kişi ne Allah (c.c.)’yu, ne Rasûlullah (s.a.v.)’i, ne de Rabbülâlemîn’in dostlarını tanıyamaz. Nefsin şehevî arzuları onu öyle gaflet perdesiyle örter ki, hesaba çekileceğini dahi unutturur. Fani olan dünya lezzetleriyle, nefsinin şehevî arzularıyla gaflet uykusundaki kişi ömrünü doldurur. Böylece Cenâb-ı Hakk’ın rızasından uzak, nefsinin arzularına yakın bir hayat yaşar. Sonunda da dünyada yaşadığı bu imtihanları kaybeder. Öldükten sonra hesaba çekilir. Adalet-i ilahî tecellî eder. Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde: “Cehennem’in önü nefsin hoşuna giden şeylerle doldurulmuştur. Cennet’in önü de nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle doldurulmuştur.” (Buhârî, Kitâbu’r-Rikâk) buyurmaktadır.
İşte nefis, Cehennem’in önündeki şeyleri otlaya otlaya doğruca Cehennem’e düşer. Allah’tan uzaklaştıran şeyler ise; kadın sevgisi, çocuk sevgisi, içki, kumar, zina, Allah’ın emirlerine isyan gibi Cehennem’in önüne yerleştirilen tutsaklardır. Allah Teâlâ başta peygamberleri olmak üzere sâlih kullarını ve diğer insanları ilk önce kadınlarla imtihan etmiştir. En şiddetli imtihan da kadınlarla olan imtihandır. Allah Teâlâ örneğin; Hz. Âdem (a.s.)’ı Hz. Havva ile, Hz. Yakup (a.s.)’ı oğlu Hz. Yusuf (a.s.)’la, Hz. Yusuf (a.s.)’ı Hz. Züleyhâ ile, Hz. Eyyûb (a.s.)’ı hanımı, evladı, sürü sürü atlar ve koyunlar ile, yani kadın, evlat ve mal ile imtihan etmiştir.
Âyet-i kerimede ise Cenâb-ı Hakk; “Servet ve oğullar dünya hayatının süsüdür.” (el-Kehf, 18/46) buyurmuştur.
Bir başka âyet-i celîlede ise; “Biliniz ki; mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer fitnedir.” (el-Enfâl, 8/28) buyurmuştur.
Ancak bütün kadınlar, evlatlar ve mallar bu âyet-i kerimenin kapsamına girmez. Hz. Hatice (r.anhâ), Hz. Fâtımâ (r.anhâ), Hz. Âişe (r.anhâ) gibi hanımlar nasıl fitne olsunlar ki; onlar bu dinin yayılmasında en büyük paylardan birine sahiptirler. Sâliha kadınlar ve evlatlar, kişi için büyük bir kazançtır. Sâliha kadın kişinin dininin yarısını tamamlar; sâlih evlatlar ise amel defterinin sürekli açık olmasına vesile olur. Mallar hakkında ise Allah Rasûlü (s.a.v.); “Cömerdin elinde mal ne güzeldir.” * buyurarak elindeki malı Allah için harcayanlarda o malın fitne olmayacağını belirtmiştir.
Aslında imtihanlar içinde en şiddetli olanı kadınlarla yapılan imtihandır. Cenâb-ı Hakk da Yusuf sûresinde kadınların hilelerinin daha büyük olduğunu âyet-i kerimeyle beyan ediyor: “Muhakkak sizin tuzağınız gerçekten büyüktür.” (Yûsuf, 12/28)
Efendimiz (s.a.v.) de; “Benden sonra size en büyük fitne olarak kadınları bırakıyorum.” (Buhârî, Nikâh 17) buyurmuştur.
Görüldüğü üzere sevgi; şehvetin şiddetli arzu ve isteklerinden yaratılmıştır. Eğer bu sevgiye, nefsin arzu ve istekleri ağır basarsa, Kur’ân-ı Kerim’de bahsedilen hevâ ve heves haline gelir. Cenâb-ı Hakk âyet-i kerimede: “Hevâ ve hevesini ilâh edineni gördün mü?” (el-Câsiye, 45/23) buyuruyor.
Hevâ ve heves, nefsin şiddetli istek ve arzularıdır. Eğer o sevgiye, ruhun istek ve arzuları ağır basarsa o zaman o sevgi Cenâb-ı Hakk’ın aşkına dönüşür. Zira ruh Allah’tandır.
Âyetin İkinci Bölümü:
Bu cazibeli olan dünya metalarının bulunduğu bataklıktan, insanoğlu kendini nasıl kurtarıp Cenâb-ı Allah’a yönelebilir. İnsanoğlunun kendi başına dünyadaki bu eşya sevgisinden kurtulması mümkün değildir. Ancak Allah Teâlâ’nın yardımıyla bu tuzaklardan kurtulunabilir. Dünyanın bataklığına saplanmış kimse için o dünya sevgisinden daha kuvvetli bir sevgi olacak ki, onu o bataklıktan kurtarabilsin. İşte o sevgi de “Allah sevgisi”dir.
İnsan uyuduğu zaman nasıl ki hiçbir şeyden haberdar olmazsa, gaflet uykusunda olanların da ne Cenâb-ı Hakk’tan, ne emirlerinden, ne de hesap gününden haberleri olmaz. Böyle kimselerin bu halden kurtulması için Allah sevgisini bulmaları şarttır. O halde bu sevgi nasıl bulunacak?
Ancak Cenâb-ı Hakk’ın sevgi ve rızasını kazanan bir kulunu bulup sevginin, o Allah dostundan alınması lazımdır. Zaten Peygamberlerin gönderiliş gayelerinden biri de insanları dünya bataklığından kurtarıp Allah’a itaate ve Rabbülâlemîn’in sevgisine götürmektir. Peygamberlerden sonra bu vazife Cenâb-ı Hakk’ın dostlarındadır. Allah dostu öyle bir kimsedir ki, kişiye Rabbi’ni sevmeyi öğretir.
Bir hadîs-i kudsîde Cenâb-ı Hakk, Cebrâil (a.s.)’a; “Ey Cebrâil! Ben yeryüzündeki filan kimseden razı olup sevdim, sen de onu sev!” der. Cebrâil (a.s.) da gökteki bütün meleklere ve ruhâniyetlere bu kişiyi bildirir ve o ruhâniyetler de o sâlih kulu severler. (Bkz. Buhârî, Tevhid 33)
Dünya bataklığından kurtulup hidayet olunan o kul bir Allah dostuna yaklaştıkça ona karşı sevgisi artmaya başlar. Hakikatte artan ise Allah sevgisidir. Onun sohbetlerine iştirak edip terbiyesinden geçtikçe yavaş yavaş dünya sevgisi de o kulun kalbinden çıkar.
Terbiyesinde bulunduğu Allah dostu o kişiyi akıl, sevgi, iman, ilim, ihsân, ihlâs, tevbe ve rıza kapılarından geçirerek Allah (c.c.)’nun aşkına (vuslata) ulaştırır. Ve böylelikle baştan dünyanın ziynetleri arasında kaybolan o kul, Allah dostunun vesilesiyle bu sekiz kapıdan geçerek Allah aşkına vasıl olup Âl-i İmrân sûresi 15. âyetin sırrına mazhar olur. Bu âyette Cenâb-ı Hakk:
“De ki: Size bunlardan (dünyalık ziynetlerden) daha iyisini bildireyim mi? Takva sahipleri için Rabbleri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyen kalacakları Cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın rızası vardır. Allah kullarını çok iyi görür.” buyuruyor. Dolayısıyla bu 15. âyet bir anlamda 14. âyetin tefsiridir.
Yani özet olarak o dünya ziynetlerinin sevgisinden bir Allah dostunun vesilesiyle onun terbiyesi altında kurtulan kimse sonunda Allah sevgisine, Cenâb-ı Hakk’ın rızasına ve Cennet’e kavuşur.
Vallâhu a‘lemu bimurâdihî!
Ve’s-selâmu alâ menittebea’l-hüdâ!
* Diğer bir rivayette şöyle buyrulmaktadır: “Mal, sâlih kimse için ne güzeldir.” (Taberânî)