Ferîdüddîn Attâr-i Nişaburî´nin deyimiyle, Ebu İshâk İbrahim Edhem b. Mansûr b. Yezîd b. Câbir-i İclî, din ve dünya sultanı, yakîn Kaf´ının simurgu, uzlet âleminin hazinesi, devlet sırlarının definesi, yedi iklimin padişahı, lütuf ve kerem ile yetişen, ilimlerin anahtarı ve mütevekkillerin önderidir.
Belh toprağında yetişen bu büyük ârif ve zâhit, Bizanslılara karşı girişilen bir savaşta Şam´da şehit düşmüş ve ebedilik elde etmiş, hem yaşamış, hem de yaşam bahşetmiştir. Lübnan halkı kendi şiir ve mersiyelerinde hâlâ İbrahim Edhem (r.a.)´in adından söz ederler. Cava ve Sumatra´da aydın gönüllü Müslüman halk İbrahim Edhem (r.a.)´in düşünce, söz ve öğütleri ile âdeta yeniden dirilirler. İbrahim Edhem (r.a.), yaklaşık olarak H. 80 yılında, göçebe Araplardan Benî Temîm adı ile anılan Müslüman bir ailede dünyaya geldi. Çocukluk dönemini mutluluk ve huzur içinde geçirdi. Anne ve babasının deyimiyle, güç ve kudretin merkezi ile yakınlığı bulunan bir insandı. Arî kültür ve uygarlığın şehri Belh´te yaşamak onu bambaşka bir ufka taşıdı. Ailesi ile birlikte, Budistler ve Zerdüştlere özgü bir kültürün kuşattığı Horasan´da yaşayan İbrahim Edhem (r.a.), huzursuzdu, durduğu yerde duramıyordu. Peki, bu huzursuzluğun sebebi neydi? O dönemde bölgede hüküm süren Benî Ümeyye´nin adaletsizliği, yoksul halkın zulüm ve işkenceye karşı koyma ve direnme çabası, Ebu Müslim´in başını çektiği ayaklanmanın külü altındaki ateş, toplumun çeşitli katmanları arasında göze çarpan kavga ve anlaşmazlıklar; bunların hepsi el ele verdi ve sonunda İbrahim Edhem (r.a.), çıktığı bir avda bir ceylanı avlamak üzereyken Hak tarafından avlandı. Bu olay üzerine, din ve iman gibi olgularının farkına vardı. Artık yollara düşme zamanı gelmişti. O da öyle yaptı; yollara düştü, dağdan dağa, çölden çöle göçerek Şam´a; kendisine hiç sevmediği ve sürekli kaçtığı şöhreti getiren şehre ulaştı. Bütün ömrünü İslâm dininin korunması, bu dinin temsilcisi olan son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) ile onun ailesinin başarıya ulaşması için harcayan, mektuplarında da bu noktayı devamlı olarak vurgulayan İbrahim Edhem (r.a.), din düşmanları ile savaşa soyundu. Bir yandan Ebu Müslim´in başını çektiği ayaklanmanın Ali ailesini güçlendirmediğini biliyor ve halifelerin ülkesine gitmekten başka bir çare olmadığını düşünüyor, bir yandan da tasavvufî ve manevi gerçekliklerin tehlikede olduğunu hissediyordu. Bu yüzden önce "Mekke´ye gitti ve orada Sufyân-ı Sevrî (öl. H. 161), Fudayl b. İyâz (öl. H. 187) ve Ebû Yûsuf-i Gasûlî (öl. H. 140) ile tanışıp arkadaşlık yaptı. Ebu Yûsuf-i Gasûlî ile arkadaşlığı ve yaptığı sohbetler İbrahim Edhem (r.a.)´in din düşmanlarına karşı girişilen savaşlara katılmasında büyük bir etki yaptı." İbrahim Edhem (r.a.), rızkını helâl yollardan elde etmek için büyük bir çaba sarf ediyordu. Neden? Çünkü yaşadığı çevrede haram yiyicilik çok yaygındı. Bu yüzden işi çok zordu. Ancak o, zoru başarıyor, sürekli ve çok zor koşullar altında çalışarak rızkını helâl yollardan kazanmayı beceriyordu. Bu konuda Kadı Masîsa´ya "İbrahim´den geriye bir deri bir kemik kalmıştı, ancak yine de güçlü ve mücadeleci bir ruhu vardı. İbrahim helâl olanın dışında bir şey yememe konusunda çok ısrarlıydı" dedirtecek kadar çok çalışıyor ve titiz davranıyordu. İbrahim Edhem (r.a.)´i boş bir halde otururken görmek hemen hemen olanaksızdı. O, daima hareket ve yolculuk halindeydi. Yapayalnız bir halde şöyle diyordu: "İtteheze Allah sahiben ve zerrun-nas caniben." Cumayı ve cemaati tavsiye ediyordu, ancak insanlar arasında yapayalnızdı. Halkın sevgi ve dostluğunun dünya için olduğunu biliyor ve bunu kendi dostluk ve sevgisi için bir engel olarak kabul ediyordu. Ancak halka hizmet etmekten de geri kalmıyordu. Gönülleri incitmemek için insanlar ile gülüyor, insanlar ile yolculuk yapıyordu. Bir meclise davet edildiğinde, oruçlu olsa bile, sırf insanları kırmamak için oradaki yemekten yiyordu. Karanlık gecelerin derinliklerinde dokunaklı bir ses ile inliyor ve dua ediyordu. Seyr ü sülûk yolunda riyazet için her işe el atıyordu. Baca temizleyiciliği ve bahçıvanlık gibi işleri çok seviyordu. Hadis, rivayet ve tefsir konusunda tam bir bilgiye sahipti. Hadis nakletmeye rivayet nakletmekten daha fazla ilgi duyuyordu. Böylesine büyük bir insanın gerek çeşitli efsaneler ile karışmış yaşamı, gerekse düşünceleri, 1300 yıl sonra da olsa, birçok insanın ilgisini çekmiştir. Çünkü şehzadelikten dervişliğe uzanan bir yaşamdır bu. Sürdüğü yaşam ve benimsediği düşünceler nedeni ile Buda´ya benzetilmiş ve İslâmda Budizme yer olmamasına karşın, İslâmın Buda´sı olarak kabul edilmiştir. İşte biz bu çalışmada, ünü dünyanın dört bir yanına yayılmış olan bu seçkin ârif ve sufinin yaşamını, üzerinden yüzlerce yıl geçmiş olsa da, yangın yerine dönmüş gönüllerde bir yaprak yeşertmek ümidi ile olanaklar elverdiği ölçüde gözler önüne sermeye çalıştık.
Allah´ım, bana bulunduğun bağış ve ihsanın, Senin adını anarken bahşettiğin yakınlık, yüceliğin hakkında düşündüğüm zamanlarda bana verdiğin rahatlık ve huzur halinin yanında sekiz cennetin benim için fazla bir öneminin olmadığını sen de biliyorsun. Rabbim, beni günahın alçaklığından sana ibadet ve itaatin yüceliğine taşı! İlahi, ah! Seni bilen bile hakkıyla bilemedikten sonra, acaba seni bilmeyen bir insanın hali nice olur...?
Damda Deve mi Olur...?
İbrahim Bin Edhem bir gece tahtı üzerinde uyuya kalır ve bir gürültü du***** uyanır. Tavan sallanıyordur, "Kim o?" diye seslenir. "Tanıdık biriyim, devemi kaybettim onu arıyorum" diye cevap verir gürültü çıkaran kişi.
İbrâhim Edhem, "Hey şaşkın, ne diye damda arıyorsun? Damda deve mi olur?" der. Damdaki zât, "Ey gâfil, sen Allahü teâlâyı altın taht ve süslü elbiseler içinde arıyorsun. Damda deve aramak bundan daha mı acâyip?" diye cevap verir.
İbrahim Bin Edhem'in kalbi duyduğu bu sözlerden sonra Allahü teâlânın aşkı ile yanmaya başlar. O güne kadar yaptığı bütün günahlara, hatâ ve kusurlara tövbe eder. Tacı, tahtı ve saltanatı terk eder.
Bir de zenginim diyorsun...!
İbrahim Bin Edhem'in Allah aşkıyla saltanatı terk ettiğini bilmeyen, haline bakıp sadakaya ihtiyacı olduğunu düşünen bir adam; İbrahim Edhem'e bir miktar para vermek ister. İbrahim Edhem, "Ben zenginin verdiğini alırım, fakirsen verdiğini almam" der. Para vermeye kararlı olan adam, zengin olduğunu söyler ve parayı uzatır. Hazret kaç lirası olduğunu sorar adama. Adam, iki bin altını olduğunu söyler. İbrahim Edhem, parasının dört bin altın olmasını isteyip istemediğini sorar; "Elbette isterim" der adam. "Altı bin olmasını ister misin peki" der sonra. Elbette isterim diye cevap verir adam yine. "Bir de zenginim diyorsun kendine" der İbrahim Edhem ve sürdürür konuşmasını... "Sen zengin falan değilsin, zengin olsan daha fazla paraya ihtiyacın olmaz ve daha fazlasını istemezdin. Ben zengin olmayandan bir şey kabul etmem. Sen züğürtsün, şimdi git bana vermek istediğin bu paraları da, öteki paralarının üzerine koy ki artsın, zengin ol."
Yoksulluğa Tahammül
Saltanatı ve dünya zenginliğini terkeden İbrahim Edhem, çok mütevazı bir hayat yaşardı. Yaşadığı hayattan ne şikayet eder, ne de sıkılırdı. Peygamberlerin ve evliyaların hayatıdır diye mutluluk duyardı.
İsteseydi, zenginlik içinde yaşayacağını bildikleri Edhem'in, bu yoksulluğa nasıl dayanabildiğini merak eden insanlar, Edhem'le karşılaştıklarında sorarlar:
"Ey Edhem, nasıl tahammül edebiliyorsun bu denli yoksulluk içindeki bir hayata?"
İbrahim Edhem, tebessümle dinler ve cevap verir:
"Her şey küçük başlar, zamanla büyür. Fakat sıkıntılar büyük başlar zamanla küçülür. Onun için ben sabrediyorum, büyük sıkıntıların zamanla küçüldüğünü görüyorum. Böylece, sizleri hayretler içinde bırakan hayatımda hep mutluluk hissediyorum."
Hamama giremediğime ağlamıyorum
İbrahim Edhem Hazretleri bir gün hamama gider. Hamamcıya parasının olmadığını söyler ve hamama girmesine izin vermesini ister.
Hamamcı, parasız hamama girilemeyeceğini söyleyerek Hazret'i hamama sokmaz.
İbrahim Edhem Hazretleri ne kadar ısrar ederse etsin hamamcının inadını kıramaz. Boynu bükük hamamdan ayrılırken öyle bir bağırış bağırır ve feryat eder ki, feryadı duyan ahali şaşkınlık içinde koşturup toplanırlar Hazret'in başına.
"Bu kadar feryat etmene gerek yok... Yeter ağlayıp feryat etme, hamam paranı biz verelim" derler.
Kalabalığa döner ve seslenir İbrahim Edhem Hazretleri:
"Ey ahali! Hamama giremediğim için mi sanıyorsunuz bu feryatlarımı? Ben hamama giremediğim için ağlamıyorum. Dünyada parasız iken hamama bile sokmuyorlar... Ya ahirette de senin Cennet'e girecek amelin yok diye kapıdan çevrirlerse halim nice olur? diye ağlıyorum. Çünkü, salih ameli olup oraya girmeyi hak etmeyenleri içeri sokmayacaklar." der ve sürdürür feryadını.
Sana İbrahim Bin Edhem diyeceğim
Şehzâde iken tacı ve tahtı bırakıp bilgelik makamına oturan İbrahim bin Edhem, hakkında anlatılan menkıbelerle oldukça tanınmış olduğunu bilir ve şöhretten de mümkün olduğunca kendini sakınırdı. Bu sebeple, kimliğini gizleyerek çeşitli işler yapardı. İbrahim Edhem, yine geçimini temin için bir süre bağ bekçiliği yapar. Bir gün bağ sahibi gelir ve tatlı bir nar ister. İbrahim bin Edhem gider bir nar getirir. Getirdiği nar ekşi çıkar. Bağ sahibi gelen narın ekşi olduğunu gördüğünde tekrar nar ister. Edhem'in getirdiği narların hep ekşidir. Bağ sahibi sinirlenir, "SübhanAllah! Bunca zamandır bu bağın bekçisisin, daha narın ekşisini ve tatlısını ayırt edemiyorsun?" Der. İbrahim Edhem, "Benim vazifem bağ bekçiliğidir. Hiç tatmadığım bu narların tadını nereden bileyim? " diye cevap verir. Bağ sahibi, bağının bekçisi olup da, hiç nar yemediğini söyleyen ve asıl kimliğini bilmediği bekçisine, şaşkın gözlerle bakar, "Bu hâlini görünce, nerede ise İbrahim bin Edhem hazretleri diyeceğim sana" diye söylenir