BAŞBUĞ'un Bilinmeyen Yönleri
O bir "Alp-eren"di. Bir Alp-eren gibi yaşadı ve bir Alp-eren gibi vefat etti. Adeta "Türkler at sırtında doğar, at sırtında ölür" sözünü doğrularcasına, yine bir sefer dönüşü, yolda Rabbine yürüdü. Yüz binlerce "alp", on binlerce "alp-eren" onun sayesinde yetişti. Onun bu özelliğinin çokları farkında bile değildi. Bu da onun alp-erenlik vasfından kaynaklanıyordu. Çünkü O, Anadolu'yu Türkleştiren ve İslamlaştıran ilk ataları gibi, Türklük'ten aldığı "alp"lik ruhuna ve İslamiyetten aldığı "eren"lik gücüne kâmil manada sahipti.
Özellikle Oğuzlar arasında çok yaygın olan "alp" kelimesi, "kahraman, cesur, yiğit" manalarına gelen şahıs adı, sıfat ve ünvandır. "Alp" kelimesi, Türkler tarafından, İslamiyetten önce de, sonra da yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Nitekim M.Ö. 624'te öldürülen ve Saka Türklerinin hâkanı olan, Alp-er Tunga, yıllarca İranlılarla ve Çinlilerle savaşmış büyük bir Türk hakanıdır. Onun ölüm gününde Türkler asırlarca yas tutmuşlardır. Onun için söylenen meşhur ağıt, sanki yakında vefat eden büyüğümüz için söylenmiş gibidir:
"Alp-er Tunga öldü mü?
Isız acun kaldı mı?
Ödlek öcün aldı mı?
İmdi yürek yırtılır."
Büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan ise, Horasan'dan Anadolu'ya fırlatılan "veli füzelerin"den biriydi. Tarihçilerin en dindar sultan dedikleri Muhammed Alparslan'ın mana ustası Buharalı Ebu Cafer Muhammed idi. Ebu Cafer, önce kahraman sultanı mana yolunda eğitti sonra müjdeyi verdi:
"Sen Diyar-ı Rum'un kapısını kapanmamak üzere İslam'a açacaksın."
Osman Gazi'nin silah arkadaşlarından bir çoğunun adında, "alp" hecesi vardı. Aşıkpaşa Tarihi'nde "Gaziyan-ı Rum", diğer kaynaklarda kaynaklarda "Alpler", "Alp-Erenler", "Horasan Pirleri" diye de anılan bu savaşcı Türk Dervişleri, yeni fethedilen topraklara yerleşip, Türk dilini ve İslamiyeti yayarak, bulundukları çevrenin Türkleşmesinde birinci derece rol almışlardır. Daima ehli- sünet çizgisi içinde kalmış olan bu mana erleri, mâna ilimlerinin kaynağı olan Ehl-i Beyt sevgisiyle yaşamışlardır. İslâm velileri, kendi hayatlarını yaşayan insanlar değillerdi. Bilakis halkla kaynaşan, halkı kendi mânasında eriten, "şerde pasiviteyi, hayırda ise aktiviteyi" sağlamış üstün vasıflı kimselerdi.
Türkistan rampasından Anadolu'ya fırlatılan mana füzeleri bir tesadüfün eseri değildi. Bilakis "İlâhî Şuur"un bir tecellisi idi. Derviş gazileri, Alp-gazileri, Alp-erenleri, Alp-arslanları Anadolu'ya gönderen İlahî kader, Alp-arslan'dan tam dokuz asır sonra, bu şanlı millete yeni bir Alp-arslan hediye etmişti. Onun gibi "alp", onun gibi "eren", onun gibi "arslan"... Birincisinin görevi, Anadolu'yu Türk'e, İslâm'a açmak, ikincisinin görevi ise bu cennet vatanı Türk ve İslam kimliğiyle muhafaza etmek...
Merhum Alparslan Türkeş'in "alp-erenlik" özelliğinin çokları farkında olmamıştı. Çünkü o, "eren"liğin en önemli âlamet-i fârikası olan "ihlâs"ta bir zirve idi. İhlâs ise, yapılan iyi şeyleri halka pazarlamaktan insanı alıkoyan fazilettir. Zira Üstad Kuşeyrî Hz.leri ihlâs hakkında şöyle demiştir:
"İhlas, tâat ve ibadette sırf Hak Sübhanehû ve Teala'yı kasdetmektir. Bu da taatle her hangi bir şeyi değil de sadece Allah Teala'ya yaklaşmayı irade etmek suretiyle olur. Allah Teala'dan başkası için yapmacık bir şey yapmak, halkın övmesini sağlamak, halk tarafından sevilmeyi arzulamak ve Allah Teala'ya yaklaşma niyeti dışında her hangi bir mana taşımak ihlâs'a engeldir."
Nitekim o büyük zat, kendisine: "Başbuğ'um, diğer liderler namazlarını büyük camilerde kılmak suretiyle kendilerinin daha dindar olduklarını göstermek istiyorlar. Siz de öyle yapsanız olmaz mı?" diyenlere: "Evladım, namazı kimin için kılıyoruz" demekle yetinmiştir.
İmam Gazzalî şöyle buyurmuştur: "Ameli gizli yapmakta riyadan kurtuluş ve ihlas faydası vardır. Âşikare amelde de örnek olmak ve insanları ibadete teşvik vardır. Ancak burada bir de riyâ korkusu mevcuttur. Nitekim Hadiste: 'Gizli amel, âşikare amelden yetmiş kat daha fazla mükafat alır.' buyurulmuştur. Nefis hilekardır. Şeytan da fırsat gözleyicidir. Makam sevgisi daima kalbde galiptir. Âşikare yapılan ibadetler riyadan zor kurtulur. Selamet, gizliliktedir. Âşikare yapılan ibadetlerde bizim gibilerin önleyemeyeceği tehlikeler vardır."
Bu bilgilerin ışığında merhum Başbuğ'umuzun, ibadetlerinde niçin bu derece gösterişten kaçındığı daha iyi anlaşılmış oldu. Biz sağlığında bu durumları bir nebze bilirdik. Ama onun bu hassasiyetinden dolayı bu özelliğini açıklayamazdık. Ancak şimdi vefat ettiği ve bu tehlikeler ortadan kalktığı için, bir çok muhalifinin görmek istemediği bu yönünü, sû-i zanları gidermek için bir miktar örneklerle açıklamaya çalışacağız.