Kürşad Ergenekon
| Konu: Atatürk ve Eğitim Cuma Mart 20, 2009 10:02 pm | |
|
Yıl 1936; Behçet Kemal Çağlar, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yiğitliğini, zaferlerini, inkılâplarını, meziyetlerini... anlatan bir şiir yazar ve Atatürk’e sunar. Atatürk, Şair’e; “Olmamış” der; “Benim asıl niteliğim var ki onu hiç yazmamışsın... Benim asıl kişiliğimdir; ben milletimin öğretmeniyim, bunu yazmamışsın!
“Ulu Önder”, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kurucusu”, “Askeri Deha”, “Karizmatik Devlet Adamı” gibi vasıflarla nitelendirilen Mustafa Kemal Atatürk, her şeyden önce bir eğitimcidir, Başöğretmendir.
Yıl; 1923 Milli Mücadele Hareketi başarıyla sonuçlanmış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş; ancak savaş henüz bitmemiştir. Çünkü kurulan Cumhuriyeti devam ettirebilmek, geliştirebilmek, medeni devletler seviyesine çıkarabilmek için; cehaletle, gericilikle ve hurafelerle mücadele etmek gerekiyordu. Mücadele modern, çağdaş ve milli bir eğitim sistemiyle mümkündü. Osmanlı Devleti’nden kalma eğitim kurumları, bu ihtiyacı karşılayabilecek kapasitede değildi. Zaten Devletin yıkılma nedenlerinden biri de, eğitim sisteminin bozulmasıydı. Atatürk’e göre, sağlıkta, ziraatta, iktisatta, sanatta, sporda kısaca nerede bir sorun varsa sebebi, eğitimsizlikti. Atatürk, eğitim konusundaki hassasiyetini şu sözlerle dile getirmekteydi; “Memleketimizi, topluluğumuzu gerçek hedefe mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalini yoğuran kültür ordusu. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir, verimlidir, saygıdeğerdir... Bu iki ordunun ikisi de hayatidir. Yalnız siz, kültür ordusu mensupları, sizlere bağlı olduğunuz ordunun kıymet ve kutsiyetini anlatmak için size şunu söyleyeyim ki, sizler ölen ve öldüren birinci orduya niçin öldürüp niçin öldüğünü öğreten bir ordunun fertlerisiniz." Ve “En mühim ve feyizli vazifelerimiz millî eğitim işleridir. Millî eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lâzımdır. Bir milletin hakikî kurtuluşu ancak bu suretle olur.”
Henüz Milli Mücadele Hareketi tam olarak başarıya ulaşmamışken, İzmir halen işgal altındayken, bile 16–21 Temmuz 1921’de, 1. Maarif Kongresi’ni toplaması Atatürk’ün eğitime verdiği önemi göstermektedir. 1. Maarif Kongresi’nde Atatürk, Osmanlı Devleti’nin, o günkü kötü şartlara düşmesinin sebebini, eğitim sisteminin bozulması olarak göstermiş, çağdaş bir eğitim sistemiyle Türk Milleti’nin makûs talihinin değişeceğine olan inancını, bu doğrultuda Milli Eğitim Programı hazırlanmasını istemiştir.
Milli Mücadele Hareketi’nin zaferle neticelenmesinden sonra inkılâp hareketlerine girişmiştir. İnkılâpları, Aziz Milleti’ne bizzat tanıtmak üzere çıktığı bir yurt gezisinde bir köy okuluna uğrayan Atatürk, sınıfa girdiğinde, tek sınıflı okulda ders veren genç öğretmenin, öğretmen kürsüsünü terk ederek, kürsüyü O’na bırakması üzerine; “-Hayır, yerinizde oturunuz ve dersinize devam ediniz, Eğer izin verirseniz, bizde sizden faydalanmak isteriz. Sınıfa girdiği zaman, Cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir” diyerek, eğitimciye yani öğretmene verdiği önemi, öğretmenin önemini ve yerini vurgulamıştır. Atatürk; “Öğretmene ülkenin en ağır yükünü yükledik, ona en ağır sorumluluğu verdik. Türk milletinin geleceğini emanet ettik. Bu vazifeyi kendine hem bir meslek hem de bir ideal sayacak öğretmenler tarafından yapılmasını sağlamak için biz de bu meslekle ilgili istek ve ihtiyaçları diğer bütün mesleklerden önce sağlamalı ve öncelik sırasını bu mesleğe vermeliyiz. Bu mesleği refah seviyesi yüksek bir meslek haline getirmeli, güvence altına almalı, saygı değer mevkiine oturtmalıyız. Bizlerin yapacağı bu fedakârlık onların yaptıklarının yanında bir hiçtir.” diyerek eğitimin ve eğitimcinin önemini bir kez daha açıklamıştır. Atatürk’e göre öğretmenler; “Dünyanın her tarafında, insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır.”
Atatürk; “Bu millet ve memleket ilme ve irfana çok muhtaç; eğitim ve öğretim görmek için, ilim ve fen almak için Avrupa’ya Amerika’ya ve her tarafa çocuklarımızı göndermeye mecburuz. İlim ve fen ve ihtisas nerede varsa, sanat nerede varsa gidip öğrenmeye mecburuz. Çok çalışmaya mecburuz. Çalışmak demek ise boşuna yorulmak terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü medeni buluşlardan azami derecede yararlanmak zorunludur.” sözleriyle bilimin, fen ve uygarlığın insanlığın ortak malı olduğunu belirtmiştir. Ancak bu durumun, taklitçiliğe, kopyacılığa, Milli Eğitim Sistemi’nden sapmaya dönüşmemesi gerektiğini belirtmiş, “İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve milletin kafasına sokacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur. Eğitimin çağdaş kültüre dayanması; eğitimdeki millilik esasını bozmaz.” demiştir. “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize öğrenim sınırı ne olursa olsun önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünyada uluslararası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık hakkı yoktur.” diyen Atatürk, Türk Eğitim Sistemi’nin kesinlikle milli, laik ve bilimsel olması gerektiğini; “Türk eğitimi; dilde milli olacak, yöntemde milli olacak, araç ve gereçte milli olacaktır. Atatürkçü eğitimle yetişen gençler, bağımsızlığın güvencesi olacaktır. Vatan ve millet çıkarlarını her şeyin üstünde tutacak insanlar olarak yetiştirilecektir.” sözleriyle de vurgulamıştır. Ayrıca Eğitim Bakanlığı’nı, Milli Eğitim Bakanlığı olarak düzenlemesi, Eğitim Milli olması gerektiğini düşündüğündendir. Osmanlı Devleti’nden miras kalan eğitim sisteminde eğitim ve öğretim; medreseler, mahalli mektepler, askeri okullar, yabancı okullar ve bakanlık okulları arasında bölünmüştü. Azınlık ve yabancı okulların bölücülük yapmakta, ayrılıkçı faaliyetlerde bulunmakta, devletin bütünlüğü için açıkça tehdit oluşturmaktaydı. Tekke ve zaviyeler; gerici, bağnaz insanlar yetiştirmekteydi. Atatürk’e göre; Eğitim-Öğretimde birlik sağlanmalı, eğitim belirli bir grubun ya da zümrenin tekelinde kalmamalı, tüm vatandaşlar okuma yazma bilmeli, böylelikle Ülke kalkınmalıydı. Bu doğrultuda Atatürk, 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu çıkartmış ve Eğitimde birlik-beraberliği sağlamıştır. Medrese ve okulları Maarif Bakanlığı’na bağlamış; tekkeleri, türbeleri, zaviyeleri kapattırmıştır. Yabancı ve azınlık okullarını devlet kontrolüne sokmuştur.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitimle büyük bir hamle yapan Türkiye Cumhuriyeti, Harf İnkılâbı ile bu hamleyi tamamlamıştır. Harf İnkılâbı, Türk Eğitim Sistemi’nin dönüm noktasıdır. “Büyük Türk milleti cahillikten, az emekle, kısa yoldan ancak kendi güzel ve asil diline kolay uyan bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma, yazma anahtarı, ancak Latin esasından alınan Türk Alfabesidir.” diyen Atatürk’ün direktifleriyle 1927 yılından itibaren ciddi bir hazırlık dönemi başlamış, 1 Kasım 1928 tarihli yasa ile de, Arap alfabesi terk edilmiş ve Latin harfleri kullanılmaya başlanmıştır. Yeni Türk Alfabesi hakkında Atatürk; “Vatandaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz... Bütün millete, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu bir yurtseverlik ve milliyetçilik görevi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki, bir milletin, bir heyet-i içtimaiyenin yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni, doksanı bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olanların utanması lazımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir. İftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa, bu hata bizim değildir. Türk'ün seciyesini anlamayarak kafasını bir takım zincirlerle saranlarındır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz. Bu hataların tashih olunmasında bütün vatandaşların faaliyetini isterim. En nihayet bir sene içinde bütün Türk heyet-i içtimaiyesi yeni harfleri öğrenecektir. Milletimiz yazısıyla, kafasıyla, bütün medeni dünyanın yanında olduğunu gösterecektir.” demektedir.
Atatürk, Harf İnkılâbı’nın başarısını şu sözleriyle belirtmiştir: “Arap harfleriyle hiç yazmak, okumak bilmeyenlerin Türk harfleriyle derhal ünsiyet etmiş olduklarını gördüm... Yüce Türk Milletinin hayırlı olduğuna kanaat getirdiği bu yazı meselesinde bu kadar yüksek şuur ve intikal, bilhassa istical göstermekte olduğunu görmek benim için cidden büyük bir saadettir. Az zaman sonra, yeni Türk harfleriyle gözler kamaştırıcı Türk manevi inkişafını vasıl olabileceği kudret ve itibarın beynelmilel seviyesini gözlerini kapayarak şimdiden o kadar parlak görüyorum ki, bu manzara beni kendimden geçiriyor.”
Atatürk, harf inkılâbı konusundaki gelişmeleri görmek için yurt gezilerine çıkmış, halkın yeni harfleri öğrenmesi için, bir öğretmen olarak onlara öncülük etmiştir. Atatürk’ün de bizzat içinde bulunduğu eğitim seferberliğinde çok kısa sürede önemli gelişmeler sağlanmış, halkın okuma-yazma seviyesini yükseltmek ve halka yeni harfleri öğretmek için “Millet Mektepleri” açılmıştır. Millet Mektepleri ile ilgili; “İlim ve fenle ilgili teşebbüslerin faaliyet merkezi ise mekteptir. Bu sebeple mektep lazımdır. Mektep adını hep beraber hürmetle, saygıyla analım! Mektep genç beyinlere, insanlığa hürmeti, millet ve memlekete sevgiyi, şerefi bağımsızlığı öğretir...
Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için izlenmesi uygun olan en doğru yolu belletir... Memleket ve milleti kurtarmağa çalışanların aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer çalışkan bilgin olmaları lâzımdır. Bunu temin eden mekteptir. Ancak bu şekilde her türlü teşebbüslerin mantıkî neticelere erişmesi mümkün olur.” diyen Atatürk, Türk Eğitim sisteminde, Okul’un misyonunu da belirtmiştir.
Atatürk’ün, çağını aşan eğitim anlayışı; ezberden uzak, gereksiz bilgileri içermeyen, faydalı ve pratik bilgilerle çağdaş bireyler yetiştirmeyi amaçlamaktadır. “Bir milli eğitim programından bahsederken, eski devrin hurafelerinden ve fıtri niteliklerimizle hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün tesirlerden tamamen uzak, milli ve tarihi seciyemize uygun bir kültür kastediyorum.” diyen Atatürk Milletin hakiki kurtuluş yolunu da göstermektedir; “En mühim ve feyizli vazifelerimiz millî eğitim işleridir. Millî eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lâzımdır. Bir milletin hakikî kurtuluşu ancak bu suretle olur.” Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, “Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı. Hakiki zaferi siz kazanacak ve sürdüreceksiniz ve mutlaka muvaffak olacaksınız. Ben ve arkadaşlarım sizi takip edeceğiz ve önünüze çıkan engelleri kıracağız.” sözleriyle Öğretmenlere seslenen Atatürk, yine başka bir konuşmasında; “Öğretmenler; Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, yeni nesli sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır...” demektedir.
Atatürk’ün, General Litzmann'dan çevirdiği, “Bölüğün Muharebe Talimi”(1908) ve “Takımın Muharebe Talimi”(1912) isimlerinde -askeri eğitimle ilgili- iki kitabı da yayınlanmıştır. “Bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla mümkündür.” diyen Atatürk, eğitimcilerden beklentilerini şu sözleriyle ortaya koymaktadır: “Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdani hür, irfanı hür nesiller istiyor.”
Cumhuriyet’in kuruluş felsefesiyle, Atatürk’ün ortaya koyduğu hedeflere ulaşmanın gururuyla, Cumhuriyetin bekçileri olarak; Büyük Atatürk’ün Emanetinin ve İnkılâplarının bekçisiyiz… Ve Sayın Öğretmenlerim; “Bir milletin milli, ahlâki ve kültürel yönden güçlü ve medeniyet bakımından kalkınmış olması öğretmenlerinin üstün çalışmalarına bağlıdır. Milli birlik ve beraberliğimizin teminatı öğretmenlerdir.” | |
|